1 Şubat 2011 Salı

Ortadoğu’da Medya Devrimi *Muttalip Tütüncü

Tunus’ta başlayan olaylarla birlikte Ortadoğu oldukça sıcak bir dönem yaşıyor. Hatta bölgenin tarihine bakarsanız ilk defa ‘savaş olmaksızın’ bu sıcaklığı yakaladığı söylenebilir. Tunus’ta patlak veren olayların kaynağının en temelde, halkta başgösteren derin ekonomik huzursuzluk olduğu biliniyor. Nitekim bugünlerde Tunus’taki devrimin idolü/sembolü haline gelen Muhammed Buazizi’nin kendini yakması bu huzursuzluğu somutlaştıran zirve nokta oldu. Şu sıralar zihinleri en çok meşgul eden soru şüphesiz, “bölgede ne oldu da bu noktaya gelindi?” sorusu. Ancak en temelde iki ihtimal var: Birinci ihtimal, küresel güçler bölgede yerleşen diktatör yönetimlerin miadını doldurduğunu ve yeni döneme yeni rejimlerle girmenin, bölgedeki çıkarlarının bekaası açısından daha doğru olacağını düşündükleri için bu rejimleri bir şekilde yenileri ile değiştirme operasyonu yürütüyorlar. İkinci ihtimal ise, Tunus’ta yaşananlar gerçek bir halk devrimi ve Tunus gibi dünya gündeminden uzak, görece refah seviyesi yüksek bir Arap ülkesinde böyle bir devrimin gerçekleşmesi kimsenin beklemediği bir durum.

Yani farkında olmadan en alttaki taşlardan biri çekildi ve çöküş kaçınılmaz. Bu ihtimaller üzerine pekçok yorum yapmak elbette mümkün. Tunus’taki olayların seyri şimdilik birinci ihtimalin zayıf olduğu kanaatini uyandırıyor. (Bunun yanında çok pasif ve teslimiyetçi bir yaklaşım olduğu için, bu bir temenni olarak da rahatlıkla görülebilir.) İkinci ihtimali veri kabul ettiğimizde ise “ekonomik huzursuzluk” seçeneği, olan biteni bütünüyle açıklamaktan uzak görünüyor; zira bazı temel sorular ortaya çıkıyor. Ortadoğu’da ilk defa büyük kitle gösterileri yapılmıyor. Bundan önce de pekçok defa ekonomik-siyasî kaygı ve sıkıntıların neden olduğu benzer ayaklanmalar oldu. Ancak bu ayaklanmalar her defasında büyümeden bastırıldı. Bu defa neden bastırılamadı? İşte tam bu noktada, başta Tunus olmak üzere bölgede yaşananlara medya açısından bakmak faydalı görünüyor.

Arap Halkların El-Cezire Tecrübesi

Şu sıralar yaygın olan eğilimin aksine, Tunus’ta yaşanan devrimi sırf bir “Twitter devrimi” yahut “sosyal ağlar” devrimi olarak görmek meseleyi basitleştirmek olur. Son birkaç haftadır yaşanan sıcak süreçte en büyük rolün haklı olarak sosyal ağlara ait olduğu iddia edilebilir. Ancak olan biteni hakkıyla anlamak için şu an gelinen noktaya kadar yaşanan süreçleri ve özellikle Arap medya dünyasının, yaklaşık son 20 yılda yaşadığı değişimi iyi anlamak gerekiyor. Bu değişimin en büyük ve en etkili ayağını şüphesiz el-Cezire televizyonu ve “yeni medya” teşkil ediyor. Spotbeam Communications’ın Ortadoğu haberciliği üzerine 2002’de yayımladığı bir rapora göre el-Cezire, Arap dünyasındaki yayıncılığın modernleşmesinde merkezî bir role sahip. Ancak dikkati çeken, sadece bu modernleşmede itici güç oluşu değil; etkisine paralel olarak kanalın, bölgenin kamuoyu görüşlerini ve Arap siyasetini değiştirme yeteneği de giderek büyüyor.

Nitekim el-Cezire’yi bölgede bu derece etkili kılan şey, sadece Bin Ladin’in mesajlarını, esir düşen Amerikan askerlerini veya Irak’ta yaşanan yıkımı açıkça gösterebilmesi değil; bunun yanında bu görece ortak ve uluslararası sorunların dışına çıkarak ilk defa çürümüş Arap rejimlerindeki istismarı gözler önüne sermesi ve Arap halklarında oluşan tepkiyi de açıklıkla ekrana taşıyabilmesidir. Neticede bunun yüzünden el-Cezire, Arap dünyasında diplomatik krizlere yol açmıştır.

Kısaca söylersek, Arap dünyasında ilk defa bir kanal, yönetimin sesi olmaktan uzak kalmış ve insanlarda ‘Arap izleyiciyi ciddiye aldığı’ ve onların bilgi edinme hakkına saygı duyduğu imajını uyandırmayı başarmıştır. Bu cüretkâr tavrın en büyük destekçisi de gelişen teknik alt yapı; yani doksanlı yıllarla birlikte süratle gelişmeye başlayan uydu yayıncılığıdır. Televizyon yayıncılığında coğrafî sınırları ortadan kaldıran uydu yayıncılığı, düşük maliyeti ve kolay erişimi sayesinde hemen her gelir düzeyinde rahatlıkla kendine yer buldu. Bu durum televizyona uygulanan sansürü fiilen geçersiz kıldı.

El-Cezire bu imkanı, yayın politikası ile birleştirdiği ölçüde Arap dünyasının yıldızı ve en etkili medya gücü haline geldi. Hatta burada Arap dünyasını sadece coğrafya ile sınırlamak da yanlış olur. Avrupa ve Amerika’da yaşayan Araplar ve Arap kökenli vatandaşlar için de bir numaralı bilgi kaynağı haline geldi. Bunun yanında 24 saatlik haber yayıncılığı ve özellikle 2. Körfez Savaşı’ndaki kapsamlı haberciliği sayesinde kendini bilgi kaynağı olarak kabul ettiren CNN’in Afganistan savaşında boş bıraktığı yeri, el-Cezire ustaca doldurdu ve böylece –beğenilse de beğenilmese de- kendini ana bilgi kaynalarından biri olarak kabul ettirmeyi başardı. Irak Savaşı’ndaki performası ile birlikte egemen Batı medyası karşısında ciddi bir alternatif haline geldi. Arab Satellite Television and Politics in the Middle East adlı kitabın yazarı Doç. Dr. Muhammed Zayani’ye göre bu, enformasyon akışının tersine çevrilmesiydi. Bu sayede enformasyonun Kuzey’den Güney’e ve Batı’dan Doğu’ya akışındaki tekel artık kırılmıştı.

Bu tekelin son bulması, büyük oranda el-Cezire’nin kendi dilini ve üslubunu hızla kabul ettirmesini sağladı. Yayıncılığında ele aldığı konular ve kullandığı dil, sanıldığı gibi bir Araplık bilincinden öte, bir tür “direniş” yahut “başkaldırı kültürünün” oluşmasına ve aslında bu “direniş kültürünün kitleselleşmesine” neden olmuş görünüyor. Arap ülkelerinde yapılan en güvenilir araştırmalardan biri olarak kabul edilen, Maryland Üniversitesi ile Zogby International’ın ortaklaşa yaptığı ve geçtiğimiz haftalarda sonuçları açıklanan “liderler anketi” bu açıdan bakıldığında ilginç sonuçlar içeriyor.

Bilindiği gibi ankete göre, Arap ülkelerinde en popüler isim açık ara Recep Tayyip Erdoğan, onu takip eden Mahmud Ahmedinejad ve üçüncü isim de Hizbullah lideri Hasan Nasrallah. Medya ve uzmanlara göre Erdoğan, Müslüman ve demokratik yönetimin Araplarca model olarak kabul edilmesini ve Davos çıkışını; Ahmedinejad, Batı’ya karşı direnişi; Nasrallah da İsrail’e karşı başkaldırıyı temsil ediyor. Bu liderler içerisinde yalnızca Nasrallah’ın Arap olması ve onun da üçüncü olması, durumun sıradan bir Araplık bilincinin çok ötesinde bir nitelik taşıdığının en büyük kanıtı. O yüzden oluşan bu özel dil ve kültürün bölgede yaşananlara olan etkisinin dikkate alınması gerekiyor.

Çarpan Etkisi: Sosyal Ağlar

Hemen bütün Arap rejimlerinde eskiden beri halk ve yönetim arasında bir ayrışma ve soğuk çatışma var. Son dönemde ise bu, giderek yayılan bir sıcak çatışmaya dönüşüyor. Arap ülkelerini ziyaret ettiğinizde hemen her Arap önce kendi yönetiminden sonra da diğer Arap rejimlerinden şikayete başlıyor ve onları “kukla rejim” olmakla suçluyor. Durum en zengininden en fakirine kadar bütün Arap ülkelerinde aynı olmakla beraber, bu konuda oluşan bilincin hangi seviyede olduğu, dolayısı ile herhangi bir “kalkışma”da başarıya ulaşma imkan ve ihtimalinin ne olduğu konusunda kafalarda net bir fikir oluşması mümkün olamıyordu. Yani ne kadar sorunların farkında olurlarsa olsunlar, bunların üstesinden gelmek adına girişelecek herhangi bir eylemde “yalnızdılar” ve bu da onları doğrudan rejimin kaçınılmaz biçimde sert ve acımasız yüzü karşısında yalnızlaştırıyor ve çaresizleştiriyordu. el-Cezire’nin kısa sürede bölgenin “main stream” yayın organı haline gelmesi ile birlikte Arap halkların bu “yapay yalnızlıkları” büyük ölçüde kırılmış ve bu psikolojik engel aşılmış oldu.

Böylece Arap halklar sadece rejimlerinin kirli yanlarını açıkça görme imkanı bulmadılar, oluşan “interaktif bilgi kanalları” ile aslında bu durumdan rahatsızlık duyan devasa bir kitlenin varlığından da haberdar oldular. Bu algının kırılmasının, şu an Tunus ve tüm bölgede yaşanan olaylarda başat faktörlerden biri olduğu gözden kaçmamalı. “Ayaklanma neden 10 yıl önce değil de şimdi oldu?” sorusunun cevabı tam da burada bulunuyor. Daha önce de belirttiğim gibi bölgede ilk defa kitlesel gösteriler olmuyor. Ancak ilk defa bu kadar büyük kalabalıklar “protesto etme”nin ötesine geçerek, bu kadar büyük bir kararlılıkla “rejim değişikliği” talep edebiliyorlar. Foreign  Policy yazarı Marc Lynch’e göre bunun nedeni, medyanın işsizlik ve pahalılık üzerine yaşanan gerilimlere son aylarda ağırlık vermesi ki el-Cezire burada yaptığı çarpıcı yayıncılıkla bölgede hayatî bir rol oynadı. Bu da gösteriyor ki bölge halkında ortak bir bilinç oluşması için gerekli eşik değere ulaşıldı.

Twitter ve Facebook gibi sosyal ağlar ise el-Cezire’nin oluşturduğu bu etkinin organize edilmesinde etkin bir biçimde kullanılarak, mevcut durum içerisinde bir çarpan etkisi oluşturdular. Göstericilerin bizzat kendileri sosyal ağlar vasıtasıyla, siber alemde organize olduklarını her fırsatta dile getiriyorlar. Bu anlamda sosyal ağların yaşanan olaylardaki önemi elbette küçümsenemez. Ancak başta da söylediğim gibi, başta Tunus olmak üzere Ortadoğu’da patlak veren halk isyanlarını “twitter devrimi” gibi göstermek eksik bir yaklaşım olur. Nitekim bu sosyal ağlar vasıtasıyla paylaşılan yüksek çözünürlüklü malzemenin ana kaynağı da el-Cezire yayınları oldu. Tunus’ta olanlar ve artık Mısır’a da sıçramış olan olaylar, tek başına ne el-Cezire ne de sosyal ağların işidir; bu Ortadoğu’da el-Cezire’nin ezber bozan ve interaktif yayıncılığı vasıtasıyla oluşturduğu bilinç dolayımlı “başkaldırı” ile sosyal ağların koordinasyon ve haberleşme hızının ortaklaşa hazırladığı bir “yeni medya” devrimidir.

Tunus’ta yaşanan devrimin ilk günlerinden itibaren, “devrim”in diğer Ortadoğu ülkelerine sıçrayıp sıçramayacağı tartışma konusu oldu. Hareket, Tunus gibi bir “etkisiz eleman”da görüldüğü için bu tartışma yapılabildi; zira eğer hareket, tarihsel olarak bölgede merkez ülke olan Mısır’da başlamış olsaydı bunu tartışmaya gerek bile kalmayacaktı; o vakit devrim hareketlerinin ve rejim değişikliklerinin tüm bölgeyi sarması büyük ihtimalle kaçınılmaz olacaktı. Lakin bu durum İsrail’in bölgedeki konumuna ve dolayısıyla Amerika’nın statü ve tavrına zarar vereceğinden elbette işler Tunus’taki kadar kolay olmayacak, hatta belki bir dış müdahale gündeme gelecekti. Tunus’tan sonra şimdi de Mısırlılar ayaklandılar. Mısır’da işler daha da büyürse Batı bir şekilde ama muhakkak müdahale edecektir.

Nitekim Obama, ilk olarak yapılacak reformlar karşılığında halkla hükümetin arasında arabuluculuk yapmayı teklif etti. Bunu şimdilik “yumuşak” bir müdahale olarak okumak mümkün. Şimon Peres de son yaptığı açıklamalarda Hüsnü Mübarek’in “Ortadoğu barışına” hizmet ettiğini ve kendisine isyan değil, teşekkür edilmesi gerektiğini söyledi. Çünkü İsrail de bölgedeki Arap dostunu kaybetmenin eşiğine gelmiş durumda. Böyle bir durumda bölgede neredeyse tamamen yalnız kalacağı gibi, Mısır olmaksızın Gazze politikası da muhtemelen son bulacak. El-Cezire’nin yayınladığı Filistin belgeleri ile ağır bir darbe alan el-Fetih karşısında yükselmesi muhtemel HAMAS’ın, İsrail’in Gazze politikasının da çökmesi ile yükselişinin hangi noktaya ulaşacağını ise şimdilik kestirmek zor. Bütün bunlar dikkate alındığında, Mısır’da kesinlik kazanacak bir devrimin, Ortadoğu’daki tüm rejimleri ve Batı’yı rahatsız edeceği ortada.

Bu açıdan hareketin ilk olarak Tunus’ta patlak vermesi, küresel anlamda bir şaşkınlık yaratmasının yanında, Arap rejimlerini de biraz rahatlatmıştı. Mısır Dışişleri Bakanı Ebu’l-Geyt, Tunus’taki karışıklığın Mısır’a sıçrayabileceği yorumlarına hiddetle karşı çıkarak bunları “saçmalık” olarak nitelemişti. Ebu’l-Geyt bunu “saçmalık” olarak değerlendirdi, çünkü büyük ihtimalle Mısır rejimi de başlangıçta durumu bir sosyal ağ ya da daha meşhur ifadesiyle bir “twitter” hadisesi olarak görüyordu ve yasaklayınca bu “saçmalık” da ortadan kalkacaktı. Nitekim yasak haberleri gecikmedi. Önce sosyal ağlara erişim engellendi; ardından da el-Cezire bürosunun kapatılması ve akreditasyonunun iptali geldi; el-Cezire ise ses dosyası olarak da olsa bölgeden haber geçmeye devam ediyor. Gelinen noktada Mısır’ın, en büyük şehirlerinde şiddetli rejim karşıtı gösteriler var ve bu daha başlangıç. Eğer Tunus’taki devrim, diktatörlük olmayan, halkça kabul gören, makul ve görece adil bir rejim husule getirebilirse, asıl işte o zaman zihinlere başkaldırının işlendiği Ortadoğu’da gerçek bir devrim dalgası görülebilecektir. Lakin Mısır’daki gidişata bakılırsa Tunus’taki rejimin inşasını beklemek zorunda kalmayabiliriz de.


*Muttalip Tütüncü, Ortadoğu Araştırmacısı
muttaliptutuncu@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder